Bu Blogda Ara

28 Şubat 2012 Salı

Arkadaş ile ilgili özlü sözler

İyi arkadaş, yanında yükses sesle konuşup düşünebileceğin insandır.
Ralph Waldo Emerson

Kaynak:http://www.kaydadeger.com/arkadaslik-ile-ilgili-ozlu-sozler.html

Samsun Genel Bilgi

Samsun Genel Bilgi
varbak.com - Samsun Hakkında Bilgi

Samsun Hakkında BilgiKaradeniz Bölgesi’nin orta kesiminde yer alan Samsun, doğuda Ordu, güneydoğuda Tokat, güneyde Amasya, güneybatıda Çorum, batıda Sinop illeri, kuzeyde de Karadeniz ile çevrilidir. İl toprakları güney kesimde yer alan orta yükseklikteki dağlık alandan alçak düzlüklerin yer aldığı Karadeniz kıyısına doğru alçalır.İlin büyük bir bölümünü Kuzey Anadolu Dağları engebelendirir. Kızılırmak Vadisinin doğusunda Canik Dağları, batısında Küre (İsfendiyar) Dağlarının doğusu yer alır. Amasya-Çorum il sınırı yakındadaki Kunduz Dağı (1.791 m.), Bünyan Dağı, Sıralı Dağ, Akdağ (2.082 m.) ve Yunt Dağı ilin en yüksek tepeleridir. Bu dağların Karadeniz’e bakan yamaçları ormanlarla kaplıdır.

İl topraklarındaki düzlükler, Karadeniz kıyısında yer alan diğer illere göre daha geniştir. Çarşamba Ovası, Bafra Ovası bunların başlıcaları olup, Yeşilırmak ve Kızılırmak’ın taşıdığı alüvyonların birikmesi ile oluşan bu düzlükler birer delta ovasıdır. İl topraklarında yer alan düzlükler, Mert Çayı ve Kürtün Çayı gibi bir çok akarsuyun getirdiği alüvyonlarla oluşmuştur. İldeki plato ve yaylalar fazla yüksek değildir. Yaylalar, Ladik, Havza, Veziköprü ve Kavak ilçelerinde yer alır.

Samsun Hakkında Bilgiİl topraklarını Terme Çayı, Yeşilırmak, Abdal Çayı, Mert Çayı, Kürtün Çayı ve Kızılırmak sular. Uzunluğu 1.182 km. olan Kızılırmak Kızıl dağdan doğar, Sivas, Kayseri, Nevşehir ve Kırşehir topraklarını sular; Anadolu yaylasından bir yay çizerek Çorum ilinin kuzeyinden Samsun’un topraklarına girer ve denize dökülür. 468 km. uzunluğundaki Yeşilırmak ise Köse Dağdan doğup Canik Dağlarını geçerek Samsun il sınırına gelerek Civa Burnu’ndan denize dökülür. Tozanlı Irmağı, Tokat Çayı, Kelkit ve Çekerek Suyu Yeşilırmak’ın önemli kollarıdır.

İl sınırları içerisinde birçok doğal ve yapay göl bulunmaktadır. Doğal göller Yeşilırmak’ın kollarından Tersakan Çayını besleyen Ladik Gölü ve delta ovalarında bulunan irili ufaklı lagünlerdir. Karaboğaz, Liman, Cernek ve Balık gölleri ile Uzungöl Kızılırmak deltasındaki başlıca lagünlerdir. Yeşilırmak deltasındaki lagünler ise; Dumanlıgöl ve Akgöl ile Simenlik Gölüdür. Ayrıca Yeşilırmak üzerinde kurulan enerji amaçlı Suat Uğurlu Barajı ile Abdal Çayı üzerinde kurulan içme ve kullanma amaçlı kurulan Çakmak Barajı ve Kızılırmak üzerindeki enerji amaçlı Altınkaya Barajının bıraktıkları suların birikimiyle oluşan yapay göller de bulunmaktadır. Yüzölçümü 9.579 km2, 2000 Yılı Genel Nüfus sayım sonuçlarına göre toplam nüfusu 1.203.681’dir.

Samsun Hakkında Bilgiİlin Karadeniz kıyısında, Kızılırmak ve Yeşilırmak’ın deltalarında oluşan iki büyük çıkıntı bulunmaktadır. Bu deltaların alüvyal oluşumuna uygun olarak kıyı kesiminde doğal plajlara, yer yer de kumlara rastlanır. Kıyının ardındaki lagünlerin etrafı sazlık, bataklık ve ormanlıktır. Kızılırmak deltasının kuzeybatısında Civa Burnu, doğusunda da Çaltı burnu yer almaktadır.

Samsun’un güney kesiminden Kuzey Anadolu Kırık Kuşağı geçmektedir. Bu kesimde tarih boyunca bir çok deprem olmuştur.

Doğal bitki örtüsü açısından zengin olan Samsun’da, iç kesimlerde,ovalarda ve dağların az eğimli yamaçlarında orman örtüsü azalmıştır. Yüksekliğin 1000-1200 metre olduğu yerlerde kışın yapraklarını döken ağaçlara (gürgen, meşe, ıhlamur, kestane, kayın dış budak) rastlanır. 1200-1800 m. yükseklikte ise iğne yapraklı ağaçlara rastlanır. Karadeniz Dağlarının kuzey yamaçlarında kayın ve ladin ağaçları, güney yamaçlarında ise gürgen ve meşe ağaçlarından oluşan ormanlara, kıyıya yaklaştıkça söğüt ve kavak ağaçlarına rastlanır. Samsun ilinin en zengin orman alanları Çarşamba, alaçam, kavak ve Vezirköprü ilçelerinde bulunmaktadır.

Samsun Hakkında BilgiSamsun’da iklim, kıyı ve iç kesimlerde değişiklik gösterir. Kıyı şeridi Karadeniz’in etkisinde olmasına karşın iç kesimler Akdağ ve Canik Dağları etkisi altındadır. Sıcaklık ve yağış bakımından Samsun, ne doğu ne de Batı Karadeniz bölgesine benzemektedir. Yağış Karadeniz’e nazaran daha azdır. Kuzey rüzgarlarına açık olduğundan sıcaklık daha düşüktür. Kıyı kesiminde kışlar ılık, ilkbahar sisli ve serin, yaz mevsimi ise genellikle kuraktır. İlin iç kısımları sahile oranla daha serindir.

İlin ekonomisi tarım, hayvancılık, balıkçılık, turizm, tarıma dayalı sanayii ve ticarete dayalıdır. Yetiştirilen tarımsal ürünlerin başında , buğday, arpa, tütün, mısır, ayçiceği, şeker pancarı, fındık, kuru fasulyedir. Ayrıca sebze ve meyve de yetiştirilmektedir. Hayvancılıkta ise dağlık alanlarda koyun, düzlüklerde sığır ve manda besiciliği ile tavukçuluk yapılmaktadır. İldeki akarsu ve göllerde tatlı su balıkçılığı da yapılmaktadır.

Samsun Hakkında Bilgiİldeki sanayii kuruluşu olarak, un, salça, süt ürünleri, çeltik, bitkisel yağ, şeker, su ürünleri işleme, sigara, yaprak tütün işleme, yem, orman ürünleri, gübre, çimento, ****lürji, plastik, profil boru ve tel fabrikaları bulunmakta olup, en önemli sanayi kuruluşu Etibank’a ait Karadeniz Bakır İşletmeleridir. Küçük sanayiinin önemli dallarını ise orman ürünleri ve gıda üretimi ile dokumacılık oluşturmaktadır.

Yer altı kaynakları bakımından yoksul olan Samsun’da sıcak madensuyu kaynakları ile tuğla-kiremit hammaddesi, Havza yöresinde linyit, Vezirköprü’de de mermer içeren cevher yatakları bulunmaktadır.

Antik Çağda Amisos adı ile anılan kent, Miletosluların MÖ.VII.yüzyılda Karadeniz kıyılarında kurdukları ticaret kolonilerinden biridir. MÖ.V.yüzyılda Atinalıların ele geçirdiği kent, bir süre Priraierus adı ile anılmıştır. Önemli bir ticaret limanı olan Amisos’u saldırılardan korumak amacı ile surlar yapılmıştır. Bizans döneminde bir piskoposluk merkezi olan Amisos’u alamayan Samsun Hakkında BilgiDanişmendliler hemen yakınında yeni bir kale yaptırmışlardır. Yüzyıllarca zengin bir ticaret merkezi olan eski yerleşim Hıristiyan Samsun ya da Gavur Samsun adı ile anılmıştır. XI.yüzyılda Cenevizlilerin eline geçen Eski Amisos ve Yeni Amisos arasında ticari bir ilişki bulunmakta idi. Sonraları Simisso ve Samissun olarak isimlendirilen bu yerleşmenin adı Samsun’a dönüşmüştür. Eski Amisos’un bulunduğu yer günümüzde halk tarafından Kara Samsun olarak anılmaktadır.

Samsun’daki ilk yerleşim tarih öncesi dönemlere kadar uzanmaktadır.Tekkeköy yakınlarında ele geçen buluntular yörenin Paleolitik Çağda (MÖ.10.000-5.500) yerleşime sahne olduğunu göstermiştir. İkiztepe, Dündar Tepe, Öksürük Tepe ve diğer höyüklerde yapılan arkeolojik kazılar ve araştırmalar, yerleşmenin Kalkolitik Çağ (MÖ.5500-3500) ve sonrasında da sürdüğünü kanıtlamıştır. Ayrıca söz konusu yörenin Hititlerden önce ve Hititler döneminde Gaskalar tarafından da yerleşim yeri olarak seçildiği Hitit yazılı kaynaklarından anlaşılmaktadır.

M.Ö. 750-760 yılları arasında Anadolu’da yunan kolonilerin kurulduğu dönemde Amisos adlı küçük bir yerleşme merkezi idi. Şehrin İon şehir devletlerinden Miletos (millet) tarafından kurulduğu sanılmaktadır. MÖ.V.yüzyılda Atinalılar, MÖ.IV.yüzyılda önce Persler daha sonrada Makedonyalılar yörede egemenlik kurmuşlardır.
Samsun Hakkında BilgiM.Ö.331 yılında Büyük İskender Amisos ’u bağımsız şehir olarak ilan etmiştir. Daha sonra Seleukosların hakimiyetine giren yöre, MÖ.III.yüzyıl başlarında kurulan Pontus Devleti’nin egemenliği altına girmiştir. Bu dönemde burada Mossynoikialılar yaşıyordu. Pontus kralı Mithridates VI. Zamanında (M.Ö.120.-M.Ö.63) yöre en parlak dönemini yaşamıştır. MÖ.I.yüzyıl ortalarında Romalıların hakimiyetine giren Samsun yöresi Pontus Polemoniacus bölgesi sınırları içerisinde idi. 395’de Roma İmparatorluğu’nun Batı Doğu olmak üzere ikiye ayrılmasın ile Doğu Roma (Bizans)toprakları içinde kalmıştır. Bizanslılar zamanında önemli bir piskoposluk merkezi olmuş, Armeniakon Theması’na bağlanmıştır. VIII. Ve IX.yüzyıllarda birkaç kez Arap saldırılarına uğramıştır.

Samsun Hakkında BilgiMalazgirt Savaşı’ndan (1071) sonra bazı Türkmen boyları buraya yerleşmiş ve Melik Danişment Gazi’nin kurduğu Beyliğin hakimiyeti altına girmiştir. Danişmendliler, Bizanslılar ve Anadolu Selçukluları arasında birkaç kez el değiştiren Samsun ve yöresi, XIII.yüzyıl başlarında kurulan Trabzon İmparatorluğunca yönetilmiştir. Pontuslularla Anadolu Selçukluları arasında çekişmeye neden olan Samsun XIII.yüzyıl ortalarında Moğolların saldırılarına uğramıştır. Bir süre Pervaneoğullarının, XIV.yüzyıl ortalarında Eretna Beyliğinin, daha sonra da Kadı Burhanettin Devleti’nin egemenliği altında kalmıştır. 1398’de Osmanlıların eline geçen Samsun , Ankara Savaşı (1402) sonrasında, Timur yönetimi sırasında Taveddinoğulları, Kubadoğulları ve Candaroğulları arasında paylaşılmıştır. Çelebi Sultan Mehmet tarafından 1428’de kesin olarak Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Samsun Hakkında BilgiXIX.yüzyılda büyük bir bölümü Trabzon vilayetinin Canik Sancağına bağlı olan yörenin güney kesimi Sivas vilayetinin sınırları içerisinde idi. 1869 yılında büyük bir yangın geçiren Samsun’un hemen hemen tamamı yanmıştır.

I.Dünya Savaşı sırasında Karadeniz’de denizyolu ulaşımının durmasından büyük zarar gören şehir, 1915’te Rus donanması tarafından dört kez bombalanmıştır.

XX.yüzyılın başlarında halkın bir kısmı Rumlar ve Ermenilerden oluşuyordu. Bölgenin doğusunda bağımsız bir devlet kurmak amacı ile örgütlenen Rum Pontus çetelerinin etkinlikleri Kurtuluş Savaşı sonuna kadar devam etmiştir. Çetelerin etkinliğinin sürdüğü bu sırada, Mondros Mütarekesi’nden (30 Ekim 1918) sonra İngilizler kente askeri bir birlik çıkarmışlardır. İtilaf Devletlerinin Anadolu’nun doğusu ile kuzeyindeki karışıklıkların sona ermemesi durumunda bu yöreleri işgal edileceğini bildirmesi üzerine, 9.Ordu Müfettişliğine atanan Mustafa Kemal Paşa harekete geçerek Bandırma Vapuru ile 19.Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarak Milli Mücadelenin ilk adımını atmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında işgale uğramayan ve Trabzon vilayetine bağlı mutasarrıflık olarak yönetilen Samsun, Cumhuriyetin ilanından sonra 1925’te il olmuş ve buraya Yunanistan’dan gelen göçmenler yerleştirilmiştir.

Samsun Hakkında BilgiAtatürk’ün samsuna çıktığı tarih olan 19 Mayıs 1919, Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından Gençlik ve Spor bayramı olarak ilan etmiş ve ilan edildiği 1936 yılından beri her yıl “19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramı” olarak kutlanmaktadır.

Samsun’da günümüze gelebilen tarihi eserler arasında, Amisos kenti kalıntıları, Dündar Tepe, İkiztepe, Tekkeköy, Kaledoruğu Höyükleri, İtalyan Katolik Kilisesi (1846), Şifa hamamı (Geç Osmanlı Dönemi), Taşham (XVII.yüzyıl), Bedesten Kale Camisi (1314), Pazar Camisi (XIV.yüzyıl), Şeyh Seyyid Kudbettin Camisi ve Türbesi, İsa Baba Camisi ve Türbesi (XV.yüzyıl), Hacı Hatun Camisi (1694), Büyük Cami (1884), Yalı Camisi (1894), Hançerli Cami, Kılıç Dede Türbesi, Stad Çeşmesi, Atatürk Anıtı (1932), İlkadım Anıtı, Saat Kulesi ve Türk sivil mimari örneklerinden yapılar bulunmaktadır. Ayrıca ilde Karadeniz kıyısı ve göl kıyıları dışında, Çakırlar Korusu, Atakum, Kocadağ Mesire Alanı, Meşe Kültür Parkı, Kurupelit-İncesu, Çamgöl ve Vezirköprü Orman İçi Dinlenme Tesisileri, Havza ve Ladik Kaplıcaları bulunmaktadır.
Samsun İlinin Yetişdirdiği Ünlüler
SİYASET
Köprülü Mehmet Paşa ,Vezirköprü
Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ,Vezirköprü
Köprülü Ahmet Paşa ,Vezirköprü
Boynueğri Mehmet Paşa ,4. Mehmet zamanında sadrazam
Hikmet Sami Türk ,aslen Oflu Bafralı, eski adalet bakanı
Kemal Akkaya ,Bafra ,eski devlet bakanı
Metin Bostancıoğlu ,Bafra,Eski Milli Eğitim Bakanı
Nafiz Kurt ,Bafra,Eski Sağlık Bakanı
Kenan Bulutoğlu ,Çarşamba,eski devlet bakanı
Org Faruk Cömert ,Vezirköprü,Şimdiki Hava kuvvetleri komutanı
Murat Karayalçın
================================================== ===
SİNEMA
Levent Kırca ,kavak
Ferhan Şensoy ,Çarşamba
Mehmet Aslantuğ ,Terme
Yıldız Kaplan ,Bafra
Mine Mutlu ,Bafra
Ahu Türkpençe
İhsan Gedik ,Yeşilçam'ın kötü adamı. Tam 63 filmde oynadı.
Nihat İleri ,büyü filminde profesör rolündeydi
hale caneroğlu ,Avrupa yakası dizisinde yaprak karakterini oynuyor
Polat bilgin ,Karayılan dizisinde rol alan oyuncu.
Aliye Rona
Mine Soley
Nebahat Çehre
Orçun Onat,
================================================== ===
MÜZİK
Orhan Gencebay
Orhan Hakalmaz
İlhan Şeşen
Sagopa Kajmer
,rap dünyasının yakından tanıdığı bir isim. Cezadan daha iyi diyen var. Asıl adı yunus Özyavuz. GORA'nın müziklerini yaptı.
Yıldırım bekçi ,TMSF sanatçısı
Neyzen Teyfik Kolaylı ,aslen Bafralı Bodrum doğumlu, Ünlü ney sanatçısı ve hiciv ustası. Hicivleriyle Atatürk'ün Dikkatini çekmiş. Adına Bodrum'da bir Cadde ve Marmaris'te bir heykel var.
Yıldırım Çınar ,Çarşamba
Orhan Ölmez
Yavuz Çetin, Türkiye’deki gelmiş geçmiş en iyi gitarist olduğu söyleniyor.
================================================== ===
SPOR
Yaşar Doğu ,kavak
Mustafa Dağıstanlı ,Çarşamba
Salim Bak, Kavak, Avrupa 2.si olmuş güreşçimiz
Recep Kara ,Bafra, 2003-2004 de kırkpınar şampiyonu.
Kenan Şimşek ,2002-2003 Kırkpınar şampiyonu
Saban Yılmaz ,2004-2005 kırkpınar şampiyonu
Tanju Çolak
Mehmet Özdilek ,Ladik
Elif Ekşi ,olimpiyatlarda 3 defa katılan tek bayan sporcu
Huriye Eksi
Cemal Aydın ,Havza,Klüpler birliği eski başkanı ve ankaragücü spor klübü başkanı
Tarık Cengiz ,Hentbol federasyonu başkanı
İbrahim Karabacak ,Kırkpınarı 3 kez kazanan güreşçimiz. 1956-59 ve 60da aldı
Serkan Aykut ,attığı 190 golle lig tarihinin wen çok gol atan 4. ismi
Damla Günay ,milli okçu
Ahmet orel ,1993 avrupa güreş şampiyonu
Çağlar gökbulut ,1500metre serbestte 15.51.12 ile Türkiye rekorunun sahibi ayrıca bu mesafeyi 16 dknin altında yüzmüş tek türk. Daha 16 yaşında ve2008de final yüzmesi bekleniyor.
Seda Karadağ ,judocu 78 kiloda Akdeniz oyunlarında 3. lüğü var. Ve kimi uluslararası turnuvalarda dünya şampiyonluğu var. Kardeşi Selda Karadağ ise gençlerde balkan şampiyonu
Uğur Meleke ,Bafra, Milliyet gazetesinde spor yazarı
Sabri Sarıoğlu ,Çarşamba, A milli futbolcu.
Gökhan Gönül ,Bafra, A milli futbolcu.
Cem Dizdar , Fanatik gazetesinde yazar
==================================================
DİĞER
Ak Şemsettin ,Fatih Sultan Mehmet'in hocası
Bedri Koraman ,Bafra, Karikatürist. Bir ara Sabah gazetesinde çiziyordu. Şimdi nerde bilmiyorum.
Semih Poroy ,Çarşamba, Cumhuriyet gazetesinde karukatürist
İbrahim Eriş ,Bafra, Brezilya ekonomikj krize girince ekonominin başına getirildi. Brezilya'nın Kemal Derviş'i diyebiliriz.
Erol Özdemir ,Çarşamba, uluslararası ödül almış karkatürist
Turgut Çeviker ,Çarşamba,Karikatürist
Hasan Kılıç ,Bafra,Hürriyet yazı işleri müdürü.
Fatma Çavuş ,ondokuzmayıs, Kurtuluş savaşında hizmetlerinden dolayı ödüllendirilmiş 12 kadından biri.
Cemal Safi ,Samsun ,ünlü şair
Ece Erken
Orhan Aldıkaçtı ,Alaçam ,82 anayasasını hazırlayan kişi
Tamer Korkmaz ,Bafra
Vedat Turkali ,Alaçam , ünlü yazar.asıl adı Abdullah Pirhasan


ATATÜRK
Hayatta en hakiki mürşit İLMDİR

Kaynak:http://www.varbak.com/samsun-hakkinda-bilgi-t22136.html?s=387d6bb55468fe29cdab706be16577c7&
http://www.carsamba.net/samsunun-yetistirdigi-unluler-t37115.html?s=fa27da5f5260bc313dd0908ab8bf29a2&

25 Yaşındayım


          25 Yaşındayım

Ben Ömer Faruk ÇEZİK ilkokulum Tokat Gaziosmanpaşa İlköğretim okulu idi. Tokat Fen lisesini büyük bir başarıyla bitirdim İstanbul Boğaz içi Üniversitesinde Uçak Mühendisliği Bölümünü  bitirdim şu an İstanbul’da boğaz kenarında 4 katlı bir evde 2 çocuk sahibiyim ve şu an normal bir yaşantım var. İlk çıkardığım Uçak’ın adı F-52 . BMWx9var. Milli basketbolcu olarak basketbol oynuyorum  ek iş olarak NBA ‘ de Lakers adlı bir takımda oynuyorum  ve Uçak Mühendisiyim.

                                                                       BMW x9                                                                                     

                                                                           4 Katlı evim
                                                            İstanbul Boğaziçi Üniversitesi
                                                               Tokat Fen lisesi

                                                            Lakers NBA takımım
                                                       Tokat Gaziosmanpaşa İlköğretim okulu

                                                      

       


27 Şubat 2012 Pazartesi

İl ve İlçe Merkezlerinde 5 Günlük Tahmin | TOKAT

Yükseklik:608 m  Enlem:40° 18' K   Boylam:36° 33' D  Gün Doğumu:06:12  Bölge:KARADENİZ

TARİHTAHMİN EDİLENGEÇMİŞTE GERÇEKLEŞEN
Sıcaklık (°C)HadiseNem (%)Rüzgar (km/sa)Uç Sıcaklık (°C)Ortalama Sıcaklık (°C)
En DüşükEn YüksekEn DüşükEn YüksekYönHızEn DüşükEn YüksekEn DüşükEn Yüksek
28 Şubat Salı3107494 15-11.222.80.710.7
29 Şubat Çarşamba-118393 15-418.60.97.9
1 Mart Perşembe-326392 11-1119.30.310.1
2 Mart Cuma-326995 13-18.2210.210.8
3 Mart Cumartesi-536689 14-2124.7111.3

İstanbulu Dinliyorum Gözlerim Kapalı (Orhan Veli Kanık)

İstanbulu Dinliyorum Gözlerim Kapalı
İstanbulu Dinliyorum Gözlerim Kapalı
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
Orhan Veli KANIK

Tutuğum Takımlar

                                                             Galatasaray  (Futbol)
 
                                                              Lakers (Basketbol)

Teker Teker NBA








ÖZELİKLERİMDEN BİRİSİ Basketbol (NBA)

Uzay

Dünya'nın atmosferi dışında evrenin geri kalan kısmına verilen isimdir. Uzay'ın sınırları asla kesin değildir ve Uzay hep büyür. Atmosfer ile uzay arasında kesin bir sınır bulunmamaktadır, fakat Dünya'nın atmosferi yukarı doğru çıkıldıkça incelmektedir. Uzayda milyonlarca gökada bulunmaktadır. Bu gökadalar içinde milyonlarca güneş sistemleri, gezegenler ve gök taşları bulunmaktadır.
Uzay çok eski dönemlerden beri insanların büyük ilgisini çekmiş, sonu olup olmadığı; varsa, sınırlarının nereye kadar uzandığı bilginleri ve felsefecileri yakından ilgilendirmiştir. Uzayda yer alan gökcisimlerinin incelenmesi, bunların hareketlerinin diğer gökcisimlerinin davranışlarına yaygınlaştırılması, uzay hakkında çok az da olsa kimi fikirlerin ortaya atılmasını sağladı. Çağlar geçtikçe insanların daha güçlü teleskoplarla uzayı incelemesi uzay hakkındaki bilgileri artırdı. Uçan cisimlerin ortaya çıkmasıyla Dünya'yı çevreleyen yakın uzay hakkındaki bilgiler, daha da artmaya başladı. Nihayet, güçlü füzeler, yapma uydular, Ay'a insanlı ya da insansız araçlar gönderilmesi, Güneş Sistemi içinde yolculuk yapacak yapma uyduların geliştirilmesi, çok güçlü radyoteleskoplarla uzayın derinliklerinin araştırılması, 20. yüzyılın ikinci yarısında insanlığın uzay hakkındaki bilgilerini önemli ölçüde genişletti. Bu arada teorik fizik ve astronomi konusunda devrim yapacak görüşler ortaya atan Einstein gibi bilginlerin uzay konusunda ortaya attıkları pek çok kuram, gözlemcilerin uzay üzerine verdikleri bulguların mantıklı bir şekilde açıklanmasını sağladı. Uzay konusundaki ilk sağlam bilgiler, 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başında, özellikle kuzey ülkelerinde kurulan gözlemevleri sayesinde alındı. ABD'nin Kaliforniya eyaletinde bulunan Palomar Gözlemevi, Dünya'da mevcut gözlemevlerinin en büyüğüdür. Buradaki aynalı teleskopun çapı 5 m., yüksekliği 40 m.dir. Bu gözlemevlerinde uzaydaki gökcisimlerinin kütlesi, hacmi, ışığının şiddeti vb. incelenmektedir. Uygulamalı fiziğin geliştirdiği tayf (spektrum) analizi, uzaydan gelen ışıklardan, cisimlerin hangi elementlerden oluştuğunu göstermektedir. 1932'de K. G. Jansky adındaki bir mühendisin rastlantı sonucu bulduğu uzaydan gelen radyo yayınları, daha sonraki yıllarda radyoteleskopların doğmasına ve uzayın derinliklerinin dinlenmesine, bu radyo yayınlarının kaynaklarının ve nedenlerinin bulunmasına yol açtı. II. Dünya Savaşı sırasında Almanların geliştirdiği V-1 ve V-2 füzeleri daha sonraki yıllarda uzayın keşfi için yapılacak çalışmalarda büyük bir adım oldu. 1947-1956 yılları arasında özellikle ABD, uzay çalışmalarına büyük hız verdi. Yapılan uzay uçuşu denemelerinin hiçbiri bir uzay aracını yörüngeye oturtmayı başaramadı. Bu arada SSCB, 1957 yılında üç kademeli Vostok füzeleri ile "Sputnik" adındaki ilk yapma uyduyu Dünya çevresinde yörüngeye oturtarak uzay yarışında öne geçti. Uydulardan elde edilen uzay üzerine bilgiler, canlıların, özellikle insanların uzayda yaşayabilmeleri için hangi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini ortaya koydu. Böylece uzay tıbbı doğdu ve gelişti. Uzayda ilk insan ise 12 Nisan 1961 tarihinde SSCB'nin uzaya gönderdiği Yuri Gagarin oldu. Bu arada, insanların uzay boşluğuna yerleşmelerini sağlamak, uzayı uzaydan izlemek, Dünya üzerinde haberleşme kolaylıkları sağlamak için binlerce uydu yörüngeye yerleştirildi ya da uzayın boşluğuna fırlatıldı. Nihayet 1969 Temmuzu'nda Ay'ın ABD'li astronotlar tarafından fethedilmesi, uzay çalışmalarında en önemi adımlardan biri oldu. Günümüzde uzay yarışı büyük bir hızla sürmektedir.

Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/uzay-bilimleri/88051-uzay-nedir-uzay-hakkinda-genel-bilgiler.html#ixzz1nbNHAdgs

Araba Tarihi


1680— Çalışabilen ancak kullanışlı olmayan ilk içten yanmalı motor 1680 yılında Hollandalı Christiaan Huygens ’in yaptığı barutun yanması ile çalışan pistonlu makine oldu. Kapalı bir silindir içinde patlayan barut kayabilen bir pistona etki ederek piston’un hareket etmesini sağlamaktaydı.


1698— İngiliz Thomas Javery ilk buharlı makinayı yaptı

1769— İngiliz James Watt uzun süreli çalışan buharlı makinayı yaptı

1769— Kendi kendine hareket hareket eden ilk araç Fardier İsveçli mühendis ve topçu yüzbaşı

1769 FardierNicolas Joseph Cugnot ( 1725-1804 ) tarafından yapılmıştır.

1787— Oliver Evans Amerikada yolcu taşıyan araç yapmıştır.

1794—İngiliz mühendis Mr. Robert Street , terementin ve hava karışımını bir alevle ateşleyerek çalışabilecek bir motor projesi yaptı. Motor tersine çevrilmiş bir silindir ve hareketli bir pistondan meydana gelmişti.Silindirin alt tarafı veya silindir kafası bir ocakla ısıtılırken üst kısımları suyla soğutulmaktaydı. Bu ilk makinede birkaç damla terebantin esansı yakacak olarak kullanılmakta ve yanmayı temin edecek havayı silindire çekebilmek için piston bir levye vasıtasıyla hareket ettirilerek yukarı kaldırılmaktaydı. Ayrıca piston, silindir kafasına açılmış bir aralığa temas ettirilen harici bir alevin karışımı yakması veya meydana gelen patlama ile de yukarıya hareket edebilmekteydi. Silindirlerin su ceketiyle soğutulması, meydana gelen gayet düşük basınç dolayısıyla pistonun aşağıya dönüşünü temin içindi.Motorun çalışabilmesi için içine hava pompalanması gerekiyordu .Bu buluş bazı sakıncaları nedeniyle uygulama alanı bulamadı ama sonradan bu alanda çalışacaklara ön fikir verdi..


1796—Murdock katı yakıtlardan hava gazı elde etmeyi başarmıştır. Hava gazı özellikle maden kömüründen özel yöntemlerle elde edilir içten yanmalı motorlarda yakıt olarak kullanılan hava gazı bu motorların gelişmesinde önemli rol oynamıştır


1801—İngiltere’de Richard Trevithick buharlı otomobil yapmıştır.


1824— Sonradan içten yanmalı makinelerin, özellikle diesel motorlarının temel ilkeleri, genç bir Fransız mühendisi Sadi Carnot tarafından ortaya atıldı:


a -- Yakıtın sıkıştırılmış hava içinde kendiliğinden yanışı . 15/1 oranında sıkıştırılan havanın 300 ºCye kadar ısındığı ve bu durumdaki havanın kuru odun parçalarını yaktığı.
b -- Yanmadan önce havanın sıkıştırılması .Carnot, yanmanın atmosferik basınç yerine yüksek basınçta olmasını ve yakıtın sıkıştırma sonunda ilave edilmesini düşündü ve böylece kolaylıkla enjektörü keşfetmiş oldu.
c -- Makine silindirlerinin soğutulması . Carnot, devamlı bir işletme için silindir duvarlarının soğutulmasının gerekli olduğunu buldu.Profesör R. Diesel buna inanmadı, fakat çetin çalışmalar neticesinde bu konuda Carnot ile aynı fikre sahip oldu.
d --Egzost gazlarının ısısından yararlanma. Yüz seneden daha fazla bir zaman geçtikten sonra, Carnot un bu buluşundan egzost gazlarını bir kazanın boruları arasından geçirmek suretiyle yararlanma yoluna gidilmiştir. Halen gemilerde ve endüstride bu ilkeden yararlanılarak egzost gazlarının artık ısısından faydalanılmaktadır.Özellikle diesel motorlarıyla donatılmış gemilerdeki yardımcı kazanlar hem akaryakıt ve hem de egzost gazlarıyla çalışacak şekilde yapılmaktadır.


1830—15 – 20 km hızla giden buharla çalışan 14 yolcu taşıyabilen yolcu otobüsleri imal edildi.


1860—İngiliz Parlementosu bütün arabaların iki sürücüsü ve önünde gündüz kırmızı bayrak gece kırmızı fener bulunmasını şart koşan kanun çıkardı. Bu kanun motor gelişim hızını biraz durdurmuştu. 1896 yılında bu yasa kaldırıldı.


1860—İlk petrol kuyularının kazıldığı yıllarda hava gazı ile çalışan ticari bakımdan elverişli ilk motor Belçikalı mühendis Jean Joseph Etienne Lenoir ( 1822-1901 ) tarafından yapılmıştır. Bu motorda hava - yakıt ( hava gazı ) karışımı piston tarafından silindirin içine çekilmekte ve bu karışım bir elektrik sparkı yardımıyla ateşlenmekte ve piston strokunun sonuna itilmektedir. Egzost gazları ise dönüş strokunda dışarıya atılmaktadır. Lenoir in makinesi gayet güzel çalışmakla beraber en önemli sakınca yanmanın atmosferik basınçta oluşu sebebiyle termik verimin yaklaşık olarak %4 civarında bulunuşuydu. Yani hava gazı sıkıştırılmadan ateşlendiğinden motorun devri ve gücü ( sadece 1,5 HP ) istenilen seviyeye ulaşamadığından başarılı sonuç tam olarak elde edilememiştir.


1862—Fransız mühendisi Alphonse Eugene Beau de Rochas ( 1818-1893 ) 4 zamanlı çevrimin esaslarını ortaya koydu. Böylece 1. zamanda emilen yakıt hava karışımının ateşlenmesinden önce sıkıştırılması gerektiği prensibide Rochas tarafından bulunmuş oldu. İçten yanmalı makinelerin verimini yükseltebilmek bakımından aşağıdaki fikirler Beau De Rochas tarafından ileri sürüldü :
a) mümkün olan en büyük silindir hacmi ile en az soğutma yüzeyi,
b)genişlemenin mümkün olan çabuklukta yapılması,
c) genişleme başlangıcında mümkün olan azami basınç .


1867—Alman mühendis Nicholaus August Otto ve Eugen Langen ( 1833-1895 ), Rochas’ın bulduğu prensipleri pratiğe çevirerek dört zamanlı çevrime sahip motoru yapmışlardır.


1875—Viyanalı Siegfried Marcus ( 1831-1898 ) geliştirdiği motorla viyana sokaklarında 12 km hızla gezerken halkın panik yaşamasına sebep olmuş birkaç kaza yapmıştır. 17 suçtan mahkemeye verilen Marcus keşif yapmayı bıraktı.


1876—Nikolaus August Otto ( 1832- 1891 ), uzun yıllardan beri sürdürülen "Güç Kaynağı" arayışına son vererek ilk dört zamanlı gaz motorunu üretti.Otto’nun yaptığı 4 Zamanlı motorda ateşleme alevle yapıldığı için motor devri ancak dakikada 150-200 devire çıkabiliyordu. Kontrollü bir ateşlemesi olmayan bu motor geniş bir uygulama alanı bulamadı. Otto’nun çalışma arkadaşlarından Gottlieb Daimler ( 1834-1900 ) , Ottodan ayrılarak kurduğu atölyede sıcak boru ateşlemesi denilen bir sistemi geliştirdi. Boru sıcaklığı ayar edilerek , motor devrini ve çalışmasını kısmen kontrol altına aldı. Böylece motor devrini 800-1000 d/d’ya çıkarmayı başardı. Bu içten yanmalı motorların otomobillerde kullanılabileceğini ortaya koydu. Fakat motorlarda hala yakıt olarak hava gazı kullanılıyordu. Bundan sonraki çalışmalar havagazının yerine benzinin kullanılmasını sağlamak için ; benzini pülverize ederek hava ile karıştırılması üzerinde yoğunlaştırıldı. Bu amaçla Daimler Almanya’da , Forest Fransa’da çalışmalar yaptılar. Forest , filit tulumbası esasına göre çalışan ilk karbüratörü yaptıysa da başarılı olamadı.Daimler ise , havayı sıvı yakıt içerisine iterek yakıtı zerrelerine ayırıp bu zerreleri de ateşlemeden önce sıcak boru temas ettirerek buhar haline getirmeye çalıştı . Sonunda Daimler bu iki prensibi birleştirerek arkadaşı Wilhelm Maybach ile birlikte bugünkü modern karbüratörlerin esasını teşkil eden ilk şamandıralı karbüratörü yaptı. 1885 yılında Reitwagen adında bir motorlu bisiklet de üretti .Bu çalışmalar devam ederken Alman mühendisi Carl Benz (1844-1929) Daimlerin motoruna kendi bulduğu ilk elektrikli ateşleme sistemini de ekleyerek ticari yönden daha elverişli içten yanmalı motoru üretti.


1877-Otto yaptığı motorun patentini Amerikadan aldı.


1878—İngiliz mühendisi Dugal Clerk iki zaman esasına göre çalışan ilk motoru bulmuştur.Bu motorda dört zamanlı motordaki emme ve egzoz supapları yerine, silindirin yan tarafında bulunan emme ve egzoz pencereleri bulunmaktadır.


1880—Amerika’da George Brayton benzin yakıtlı motor yaptı.


1886—Alman Karl Benz 14,5 Km hız yapabilen satış amaçlı ilk arabayı üretti. At kullanılmadan kendiliğinden hareket edebilen anlamındaki auto+mobile kavramının ortaya atılmasından sonra ilk otomobilin doğumu, bugün Otto motoru olarak bilinen bu motorun geliştirilmesinden tam 10 yıl sonra gerçekleştirildi. Karl Benz 3 tekerlekli otomobili yaparak fabrika etrafında deneme turları atmıştır. Bu esnada karısı ve işçileri heyacan içinde bağıra çağıra peşinden koştukları bilinir. Ancak araç dört turdan sonra bozulmuştur. 9 Ocak 1886 tarihinde Mannheim`li fabrikatör Karl Benz, Berlin`deki imparatorluk Patent Bürosu`na baş vurarak "Gaz motoruyla hareket eden araç" için patent hakkını aldı.Aynı yıl "Kendi kendine hareket eden otomobil" rüyasıyla uğraşan bir başka kişi, Gottlieb Daimler , Stuttgart yakınlanndaki Cannstatt kasabasında önemli bir başarıya imzasını attı: Gottlieb Daimler ilk motorlu otomobilini denedi.Birbirine çok yakın mekanlarda, ancak birbirlerinden habersiz olarak otomobillerini geliştiren Daimler ve Benz buluşlarıyla yeni bir çağın açılmasına, dünyanın tam anlamıyla harekete geçmesine neden oldular.


1890— Herbert Akroyd Stuart Bir kaza sonucunda kızgın bir yere değen gaz yağının hava ile karışarak yandığını gördü. Bu olaydan etkilenerek yaptığı deneylerle motorunu geliştirdi ve patentini aldı. Motorunda yakıt emilen ve hafifçe sıkıştırılan hava içerisine bir memeden gönderilerek patlayıcı ve yanıcı bir karışım oluşturulmaktaydı. Bu karışımın yanabilmesi için cidarları yüksek derecede ısıtılan ve buharlaştırıcı adı verilen bir ön yanma odası vardır. Ana yanma odasına bir kanalla birleştirilen bu oda ilk hareket için dışarıdan alevle ısıtılmaktadır. Bu motorda havanın ısısının sıkıştırma oranıyla arttığı düşünülmediğinden verim düşük olmuştur.


1890—Bir Alman mühendis olan Capıtaine , Akroyd’un motoruna benzeyen bir motorun patentini aldı. Bu motorlar yarım dizel ( kızgın kafalı ) motorların esasını oluşturdu.


1890—İlk otomobillerin çoğu , dişlileri olmadığı için yokuş çıkamıyor , önce durup sonra geriye doğru inmeye başlıyordu .1893’da yapılan Benz Victoria marka arabada bir deri kayışı küçük bir kasnağa bindiren bir kol kullanılmıştı . Bu düzenek tekerleklerin daha yavaş dönmesini ve yüksek manivela gücünün arabayı yokuş yukarı tırmandırmasını sağlıyordu. Zincir çekişli Velo tipi araçtada bu şekilde üç ileri bir geri kasnağı vardı.Çekişin kolaylıkla arka tekerleklere iletilmesi için motor her zaman arkaya ya da sürücünün altına konuyordu.
1892-1897— Münih yüksek teknik okulu mühendislerinden Rudolf Diesel dizel motoru yaptı ve geliştirdi.


1893—Amerikanın ilk başarılı otomobili “duryea” , J.Franck ve Charles Edgar Duryea Tarafından yapılmıştır. Bir rivayete göre ilk karbüratörü Charles Duryea’nın karısının lavanta püskürtme şişesinden ilham alarak yaptığı söylenir. Halbuki Mayback karbüratörü bu tarihten çok daha önce bulmuştu.


1894—Dünya`daki ilk resmi otomobil yarışı, 22 Temmuz 1894`te düzenlenmiş ve Paris-Roven arasında 50 km`lik bir mesafeyi kapsayan bu yarışta 19 otomobil mücadele etmişti. Yarışı Le Petit Journal Gazetesi organize etmiş ve sporcular saatte 18 km/sa. gibi baş döndürücü bir sürat ortalamasıyla yarışmışlardı. İlerleyen yıllarda otomobil sporlarında farklı branşlar gelişmiş ve ilk pist yarışı 1898`de Periqueeux`te düzenlenmiştir.


1898— Fransa Otomobil Kulübü (AFC) Paris`teki Les Tuiliers`in güneşli bahçelerinde ilk otomobil fuarını organize etmiştir. Fuara 269 firma katılmıştır. İlgi çok büyük olmuş 140 bin meraklı ziyaret etmiştir. ACF fuara her firmanın katılmasına izin vermemiştir. Katılmak isteyen otomobilin Paris`ten Versailles`a kadar gidip geri dönebilmesi gerekiyordu.Paris`teki 15 Haziran 1898`de ‘‘Exposition Internationale d`Automobiles’’ adı altında Les Tuileries`in güneşli bahçelerinde başlayan Paris Otomobil Fuarı 1913 yılında, Birinci Dünya Savaşı`nın arifesinde, başlangıç tarihi sonbahara kaydırıldı. Paris`te en güzel mevsimin sonbahar olduğu konusunda fikir birliği sağlayan organizatörler, ekim ayında karar kıldılar. 656 firmanın katıldığı fuar otomobil sektörünün büyümesinin de habercisiydi. Yılda 5 ila 20 otomobil üreten ‘‘dev’’ firmalar Renault, Peugeot, Darracq ve Berliet fuardan çok memnun kaldılar... 2.Dünya Savaşı Fransız otomotiv dünyasına darbe indirdi. Fuar, 1939 yılından 1946`ya kadar düzenlenemedi. Fakat 1946`da düzenlenen fuar, sektörün ölmediğinin, tam aksine patlamaya hazır bir bomba olduğunun habercisiydi. 1950 ise otomobil dünyasının geleceğinin parlak olduğunu gösteriyordu.


1902—İstenildiğinde benzinli istenildiğinde elektrik motoruyla ilerleyebilen ilk aracı 27 yaşındayken Ferdinand Porsche yapmıştır. 1902 yılında “Mixte-Wagen” adını verdiği aracı tanıtmıştır. Viyanalı bir fayton üreticisi olan Ludwig Lohner ile birlikte çalışan Porsche 4 silindirli bir Daimler motoruna aküler , bir jeneratör ve elektrik motorları ekledi. Bu haliyle Mixte benzinli motor stop edildiğinde bile akülerin çalıştırdığı elektrikli motorla ilerlemeye devam edilebiliyordu.


1902—MAN fabrikalarında Alman deniz kuvvetlerindeki gemilerde kullanılmak üzere dizel motorları yapılıyor


1903—Fransız Gustave LİEBAU ilk emniyet kemerini tasarladı ve patentini aldı


1904—Kısa adı FIA olan Uluslararası Otomobil Federasyonu`nun 1904 yılında kurulmasıyla otomobil sporlarının gelişimi daha da hızlanarak devam etmiştir. Merkezi Paris`te bulunan FIA, aralarında Türkiye`nin de bulunduğu 90`ın üzerinde ülkenin 100`den fazla otomobil kulübü ve birliklerini bünyesinde toplamakta ve 50 milyonun üzerinde sürücüyü temsil etmektedir.


1905—İsveçli mühendis Alfred Büchi egzoz gazlarından yararlanarak çalışan bir türbin vasıtasıyla dört silindirli bir motora aşırı hava yüklemeyi başardı.


1905—İlk 4WS ve 4WD sistemi Latil marka traktöre uygulandı


İlk 4WS ve 4WD sistemi Latil marka traktöre uygulandı1905—İlk tampon takılan araç İngilterenin Kilburn kentindeki Simms Manufacturing Co. tesislerinde üretilen 20 HP gücündeki Simms-Welback marka araçtır. Aynı yıl tamponun patentinin F.R.Simms tarafından alınmasına karşın aslında bu fikir yeni değildi 1897 yılında Moravya’daki İmperial Nesseldorf vagon fabrikasında yapılan çek malı Prasident marka otomobilin önüne tampon konmuş ancak Viyana yakınlarında yapılan denemelerde ilk 10 milden sonra tampon düştüğü için bir daha takılmamıştır


1908—ABD li Henry Ford T modeli adındaki ilk seri üretim otomobili yaptı. İlk üretim bandı fikrinin de babası olan Ford 1913 de günde 1000 araba üretebiliyordu


1912—İki zamanlı ve 12000 BG’de ilk yüksek güçlü dizel motoru yapılıyor


1918—İngiltere’de “ Royal aırcraft establıshment “ fabrikaları mekanik püskürtmeli dizel yakıt sistemini geliştirdi. Böylece yüksek devirli dizel motorları oluşturularak hafif taşıtlarda kullanılmasına zemin hazırlandı.


1919—Avrupanın ilk seri üretim otomobili Type A Citroen tarafından piyasaya verildi. Citroen aynı yıl dünyada ilk organize satış sonrası hizmetleri yapılandırdı.


1920—Voisin firması hidrolik olarak çalışan ABS`nin atası üzerine çalışmalar yaptı." Frenlemenin tekerlekleri kitlemesini önleyici donanımı " tanımıylada Almanyada 671925 nosuyla ilk patentini aldı


1923—Dünya`da otomobil yarışları düzenlenmeye başlandığı dönemde Osmanlı Devleti "Sanayi devrimini" kaçırdığı için, Anadolu`da sadece "at arabası" yapılabiliyordu. Bu nedenle ülkemizde otomobil sporunun başlangıcı Batı Avrupa`dan çok sonra oldu. Türkiye`de otomobilcilik, 1923 yılında o günkü ismi Türk Seyyahin Cemiyeti olan Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu (TTOK)`nun kurulmasıyla resmi kimliğine kavuşmuştur. TTOK`nın kurulmasından 4 yıl sonra ülkemizdeki ilk otomobil yarışı TOŞD tarafından, İstanbul Veliefendi çayırında yapılmış ve 30 otomobilin katıldığı bu yarışı Suphi Bey kazanmıştır. 1931 yılında İstinye-Maslak yolunda yapılan tırmanma yarışına Mustafa Kemal ATATÜRK`ün gelip sporcuları kutladığı ve Türk gençliğinin yüksek teknoloji isteyen bu spora eğilmesini istediği bilinmektedir. Daha sonra İstanbul Hipodromunda yarışlar düzenlenmiş ve at yarışlarında olduğu gibi müşterek bahisler yapılmıştır. İlk Türk bayan otomobil yarışçısı olan Samiye Morkaya, o dönemlerde yapılan bu pist yarışlardan bazılarını kazanmıştır.Türkiye`de Avrupa Ralli sistemine uygun olarak düzenlenen ilk yarış da 1954 yılında 4 etap üzerinden koşulan İstanbul-Ankara Rallisi, FIA kurallarına uygun olarak yapılan ilk ralli ise 1968 Trakya Rallisi`dir. Daha sonraki dönemlerde Ege Rallisi, Türk-Yunan Rallisi, Hitit Rallisi, Kocaeli Rallisi ile Uludağ, İzmit-Keltepe ve Ankara-Kızılcahamam Tırmanma Yarışları düzenlenmiştir. 1970 yılında Türkiye Otomobil Kulübü (TOK) Oran Sitesi inşaatı sokaklarında Türkiye`deki ilk pist yarışını organize etmiş, ancak güvenlik nedeniyle Ankara Emniyet Müdürlüğü izin vermeyince otomobiller tek tek zamana karşı mücadele etmiştir. Türk Otomobil Sporlarının dönüm noktası sayılan Günaydın Rallisi ise ilk olarak 1972 yılında düzenlenmiştir. Rahmetli Ali Sipahi`nin girişimleriyle Günaydın Gazetesi tarafından organize edilen yarışlar, gazetenin birinci sayfasından duyurulmuş ve halktan da çok büyük bir ilgi görmüştür. İlk yıllarda sadece yerli üretim otomobillerin katıldığı bu rallilerde o dönem ülkemizde üretim yapan Tofaş, Renault ve Anadol fabrikalarının takımları arasında kıyasıya çekişmeler yaşanmıştır. Taksi şoförlerinden oto boyacılarına ve üniversite profesörlerine kadar çok değişik sosyal seviyedeki insanlar büyük zevk ve sportmenlik içinde yarışmıştır. Hatta 1977 yılında Zonguldaklı bir taksi şoförünün damalı taksi otomobiliyle Türkiye Rallisi`ne katılarak çok iyi zamanlar kaydettiği bilinmektedir. 1979 yılından itibaren "Uluslararası" bir kimliğe kavuşan, önce Balkan Şampiyonası ardından da Avrupa Ralli Şampiyonası`na dahil edilen bu organizasyon halen düzenlenmektedir...


1924—Citroen dünyanın ilk çelik karasörlü otomobili B10’üretti


1924—MAN `ın ürettiği bir kamyon direk enjeksiyonlu dizel bir motoru kullanan ilk vasıta oluyordu


1934—Citroen seri olarak önden çekişli araç üretmeye başladı


1938—Citroen Hidropnömatik süspansiyon sistemini icat etti


1938—İsviçreli kamyon üreticisi Saurer ilk turbo motorlu kamyonu üretti


1938— Klima`yı standart olarak kullanıma sunan ilk marka Studebaker Commander`dir


1938—GM tasarımcısı Harley Earl ilk elektrikli cam sistemini Buick y`ye monte etti.


1950— 1894 ile (tarihte ilk kez Paris ile Rouen arasında motorlu yarışın yapıldığı tarih) 1900 yılları arasındaki dönemde "formula" yoktu. O zamanki araçların yarışları basitti. Araçlar arasında itiş gücü (benzinli veya buharlı) ve koltuk adedi ile ayırım yapılıyordu. O zaman, otomobillerde daima iki koltuk vardı ve 1920 lerin sonuna kadar tek koltuklu otomobiller kullanılmadı. Arka dikiz aynasının icadı bu gelişmelere önemli bir katkıda bulundu çünkü teknisyenlerden birisinin görevi kendisini geçmeye kalkan birisi hakkında pilotu uyarmaktı.1907 ile 1939 arasında hemen hemen mümkün olan her türlü formül uygulandı. Asgari ağırlık, azami ağırlık, tüketim ve silindir kutru konularında sınırlamalar getirildi ancak 1939 dan sonra en sık görülen kural motorların silindir kapasitelerinin sınırlanması idi. Bu sınırlama ilk kez 1914 yılında uygulandı. 1904 yılında FIA tarafından tanımlanan ilk "Formula" nın devreye girmesini takiben (ki azami ağırlık sınırlandı) daha küçük otomobiller için kategoriler oluşturuldu ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar "Formula 1" ismi kullanılmadı. FIA Formula 1 Dünya Şampiyonası 1950 de ortaya çıktı ve FIA Formula 1 Dünya Şampiyonası olarak kabul edilen ilk Formula 1 yarışı 13 Mayıs 1950 de Silverstone`da yapılan İngiltere Grand Prix`idir.


1954 – Döner Pistonlu Motor ( Rotary-Wankel motoru ):1954 senesinde Felix Wankel tarafından geliştirilmiş bir motor türüdür. Bu motorda silindir geometrik elips biçimi şeklindedir. Bu motorun çalışma prensibi kısaca, yakıt odasına sahip blok içinde üçgen şeklinde bir döner pistonun dönerek, silindir içinde değişik yakıt hacimleri ve sıkıştırma oranları meydana getirmesidir.


1957—İlk hız sabitleyicisi ( cruis control ) Imperial marka araçta kullanıldı.


1958—İsveç`teki Volvo Fabrikasında mühendis olan Nils Bohlin Üç noktalı emniyet kemeri olarak bilinen sistemin patentini aldı.


1962—İlk seri üretim turbo motorlu otomobil Chevrolet Corvair Monza tanıtıldı. Daha sonra bu modeli Oldsmobile F85 Jetfire takip etti


1963- Wankel motoru ilk kez NSU Spider marka araçta kullanıldı


1967—İngiliz otomobil firması Jensen İlk ABS`yi otomobillerine uyguladı


1973—Avrupa’da seri olarak turbo motorla üretilen ilk otomobil BMW 2002 oldu.


1978—Modern ilk ABS sistemi BMW 7 serisi ve Mercedes S serisinde uygulandı


1984—Turbo üreticisi Garrett intercooler adını verdiği bir turbo soğutucusu geliştirdi. Bu sayede türbine giren hava soğutularak turbonun performansı artırıldı


1986—Çift turbo takılan ilk araç Porsche 959 oldu


1987—Bosch ilk üretici olarak ABS sisteminin daha gelişmişi olan ASR sistemini piyasaya sürmüştür


1993—Fiat Croma TdiD değişken geometrili turboyla donatılan ilk otomobil oldu. Sistem düşük motor devirlerinde turbonun verimini önemli oranda artırıyordu.


1995—Bosch 1995 yılında FDR sistemini aktif sürüş emniyetini sağlamak üzere üretime almıştır. Özellikle virajlarda ve ani yol
değişikliklerinde FDR sistemi, yıldırım hızı ile motor, şanzıman ve frene müdahale ederek aracın savrulmasını önler.


2004—Çift turbo takılan ilk seri üretim dizel motorlu otomobil BMW 535d oldu


2005—Mercedes üç turbolu v6 dizel motorla donatılmış konsepti Vision SLK 320 Cdi’yi Cenevre otomobil fuarında tanıttı. 
Kaynak: http://www.gunceldurum.com/arabanin-tarihi.html




Hapimiz Kardeşiz :D

Ahmet okuldan bir gözü morarmış bir şekilde dönünce annnesi sordu, oğlum hayırdır nedir bu halin?
- Furkan ile kavga ettik anne, bende yarın onun gözünü morartacağım. Annesi :
- Oğlum sakın haaa, kavga etmeyin, ben sana yarın börek, pasta veririm, birlikte yersiniz ve barışırsınız. Ahmet diyerek ertesi gün okula gitmiş. Döndüğünde ise diğer gözüde morarmış. Annesi yine sormuş oğlum yine ne oldu?
- Arkadaşım daha fazla pasta ve börek istiyor anne

Kaynak:
http://www.komikfikralar.org/

Ötleğen kuşu (alıntı)

KONUSU: Köyde yaşayan bir çocuğun, görmeyi ve sevmeyi çok arzu ettiği, nadir bulunan “Ötleğen Kuşu”nun peşinde koşma­sı, onu kurtarması ve dost olması anlatılmaktadır.
ÖtleğenKuşu’nun Ülkesi:
Burası, Beşparmak dağlarından, Söke ilçesine kadar uzanan bir ovanın ucundadır. Bizim Tuzburgazı köyümüz, bu dağın ova­ya bakan yamacındadır. Köyün hemen altında, buğday tarlaları, Büyükmenderes Irmağı’m kucaklar.
Bizim köye/ Söke ilçesinden gelen, yılların yıprattığı yarısı taş, yarısı toprak bir yol vardır. Bu yol da köyü aşınca üçe bölü­nüyordu. En çok, ormanın kıyısından geçen yol kullanılırdı. Bu yoldan geçenleri ansızın durduru verecek güzellikte öten bir ses vardı ki, o da Ötleğen Kuşu’nun sesiydi. Babama ve avcılara sor­duğumda, “serçeye benzer, bir çalı bülbülü” derlerdi.
Babamın müdürlüğünü yaptığı kereste fabrikasına her gidiş gelişimde, hep onu bulmaya, avuçlarımın arasına almaya çalışır­dım. Ne gezer? Yüzünü bile göremezdim.
Üç Arkadaş Yola Çıkıyor:Nuri ve Metin isimli arkadaşlarımla güvercin mağaralarına gitmek için sözleşdiğimiz için, sabah erkenden uyandım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra, bazlama ekmeğinden ve peynirden birer büyük parça koparıp yemeye başladım. Annem, sütümü içmediğim için kızdı. Canım annem. Herkesin annesi gibi çok güzeldi…Her anne gibi sevecen yüzlü, yumuşacık tenli, süt koku­lu, bal sesli, iyi yürekli bir kadıncıktı.
Önce dereye inip, yakaladığımız küçük balıkları elimizdeki şişeye doldurduk. Sonra da tahta köprüyü geçerek ormana doğru yöneldik.
Yukarlara çıktıkça, Ötleğen Kuşu’nun ülkesine yaklaştığımız için yüreklerimizin çarpması hızlanıyordu. Birbirimize bu sefer kuşu bulup bulamayacağımızı sorup duruyorduk. Bu arada Nuri cebinden sapanını çıkardı ve kuş vuracağını söyledi. Çok geçme- misti ki, dediğini yaptı ve bir serçeyi vurdu. Metin ile ben çok üzülmüştük. Sapanı bırakmazsa, onunla konuşmayacağımızı söyleyince, tamam deyip sapanı cebine soktu. O gün, öğlene ka­dar kuşumuzu göremedik. Sadece ben, bir kerecik sesini işittim.
Fabrikaya geldiğimizde, babam sanki olanları görmüş gibi, Nuri’ye sapanla kuş kovaladığı için sitem etti. Sonra da, Nuri’nin babasının iyi bir avcı ve aynı zamanda Kuva-yı Milliye’de ilk mücadele edenlerden birisi olduğunu anlattı.
öğlen yemeğini babamla birlikte yedikten sonra, denizin ke­narına inmek için izin aldık. Suyun içinde ilerleyerek, güvercin mağaralarının olduğu yere geldik. Birdenbire yüzlerce güvercin havalanınca, çok korktuk. Yine de mağaralarını görmüştük.
Fabrikaya döndüğümüzde, Sezai Ağabey’i kır atın çektiği yük arabasının başında, bizi beklerken bulduk. Babam da geldik­ten sonra, binerek hep birlikte köye döndük.
¦ ¦ m
Yavru Ötleğen Kuşu:Ötleğen Kuşu’nu bulmaya kararlıydım. Bu sefer tek başıma yola çıktım. Babamın yemeğini götürürken, ormanın içinden ge­çecek ve kuşu görecektim.
Ormana girdiğimde, önce içimi bir ürperti aldı. Sonra, kendi kendime türküler söyleyerek bu ürkekliğimi geçirmeye çalıştım.
Ormanın güzelliklerini seyrederek, dikkatli bir şekilde yürü­düğüm, kulaklarımı diktiğim, gözlerimi dört açtığım halde, ku­şuma rastlayamamıştım.
Bu halde ormandan çıkmıştım ki, gökte bir karaltı gördüm. Bu yırtıcı bir kuştu. Üzerime doğru geliyordu. Birden tekrar hava­lanıp gitti. Çalıların dibinde çırpınıp duran yavru kuşu o zaman gördüm. Hemen koşup avuçlarımın arasına aldım. Düşümde görsem zor inanırdım. Ötleğen Kuşu avuçlanmdaydı.
Onu incitmemeye çalışarak sevip, okşadım. Babamın yanına vardığımda, kuşu gösterip nasıl kurtardığımı da anlattım. Sonra da Sezai Ağabey’in yanına koşup, ona güzel bir kafes yaptırdım. Zavallıcık, kafesin içinde bir köşeye büzülmüş öylece duruyordu.
“Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine de vatanım demiş” diyen babam haklıydı galiba.
İlçeye Yolculuk:Germencik çayında erlerimizin gösterisi vardı. Belki Ata­türk’de gelebilir diye Söke’ye gidecektik. Babam, ben, kardeşle­rim, Metin, kardeşi Ayşe ve babası Halim Amca hep birlikte yola çıktık. Asılı kafesinde bulunan Ötleğen Kuşu’na, annem bakacaktı. Hepimiz bayrama gider gibi giyinmiştik. Yolda öğretmenimizi de alınca tamam olmuştuk.
İlçe, yazları kuruyan, kışlan gürül gürül akan çayın iki yaka­sında gelişmişti. İlçeye varınca, fabrika sahibi Hüsnü Biçer bizleri karşıladı. Sonra bir kitapçıdan içeri girdik. Okumak için kitaplar, bana mandolin, Zeynep’e de ağız mızıkası aldık. Mandolinimi Şimdiden çok sevmiştim.
Günün erken saatlerinden İtibaren tüm ilçe hareketlenmeye başlamıştı. Çünkü Atatürk’ün komutanları ile birlikte buradan geçeceği, kulaktan kulağa yayılmıştı. Çok geçmeden beklenen an geldi. Ağır ağır ilerleyen, üstü açık bir otomobilde, yanında resim­lerinden tanıdığım bir büyük adamla beraber geçtiğini görünce: “Atatürk!” diye bağırdım.
Hemen onun da, benim bu şaşkın, çılgın sevincimin sesine doğru dönüp baktığını, bana gülümsediğini gördüm. Bir Anadolu çocuğunun, bu bir tek kelimeyle neler demek istediğini; kendisine bağlılığını, sevgisini anlamışçasına mutlu bir gülümseyişti bu…
Bana öyle geldi ki, o geçtikten sonra da bir süre, ardından a-teşten bir ırmak sürüklenip gitti…
Bir Kara Bulutlu Kasım:
On Kasım günü, sınıfta üçüncü dersin başlaması için öğret­menimizi bekliyorduk. İçeri girdiğinde gayet durgun bir hali vardı. Önce bize biraz Atatürk’ü anlattı. Atanın “Benim naçiz vü­cudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türk Ulusu ilelebet yaşaya­caktır” sözlerini söyledi ve kara haberi verdi. Bütün sınıftan hıçkı­rıklar yükselmeye başladı. Öğretmenimizle birlikte ağlıyorduk.
O günden sonra yağmur haftalarca, dinmek bilmeden yağdı. Çoğu arkadaşımız bu yüzden okula gelemiyordu. Ancak gelme­yenler arasında, babaları yeni eğitim sistemine karşı
Ötleğen Kuşu”m, kafesinde her geçen gün büyüyor, gelişi­yordu. Sık sık türküler söylüyordu. Hepimiz başına toplanıp, onunla konuşuyorduk. Ancak, babam eve radyo aldıktan sonra, ona olan ilgimiz biraz azalmıştı. Çünkü içinden sesler çıkan bu alet, o zamana kadar görülmemiş bir şeydi.
İlkbaharın Gelişi:İlkbaharın gelişini çiçeklerin açmasından çok, bizim Ötle­ğen ‘in durmadan tatlı tatlı şakımasından anlamıştık. Sesi, boğa­zından değil de, yüreğinden, yüreğinin pınarlara eğilmiş yemyeşil dallı, saydam, kuytu bir köşesinden geliyor gibiydi.
Artık günler göz açıp kapayıncaya kadar, bir salıncaktaymış gibi geçip gidiyordu. 23 Nisan gecesi için vereceğimiz eğlenceli oyuna hazırlanmıştık. O gün geldiğinde, çok güzel eğlendik. Veli­lerimiz bizi hep alkışladılar. Ayrıca ben, mandolin çalıp şarkılar söyledim. Çok alkış alınca, utanıp öğretmenimin arkasına saklan­dım.
O yaz, ben ve kardeşim Hasan, sünnet olduk. Sünnet düğü­nümüz pek eğlenceliydi. Çünkü babamın getirdiği meddah amca, her türlü taklidi yapabiliyordu. Ayrıca, Karagöz Hacivat bile oy­nattı.
Bütün kuşların kırlarda özgürce dolaştıklarını görüp de, ev­de kuşumun kafeste olması artık bana dokunur olmuştu. Kararımı vermiştim, onu serbest bırakacaktım. Kardeşim Hasan ve Ayşe ile birlikte, onu kurtardığım yere getirdim. Pınarın yanında durarak, kafesin kapağını açıp, Ötleğen Kuşu’mu ellerimin arasına alarak bir kez daha okşadım, sonra da avuçlarımı açtım. Kuş:
“Hoşça kal Nihat!”
dercesine, yüzüme bir daha tatlı tatlı baktı. Ben de ona, “Azat mazat/Öteki evrende beni gözet!” diye haykırdım.
Hepimiz çok sevinçliydik.

Siyah inci (alıntı)

Siyah inci, Bay Gordon'un evinde doğmuştu, salon, Birtwick parkına yakın, birçok diğer atla hoş bir yer, hem de onun annesi. Onun ustası, Bay Gordon'dur. Bay Gordon, kendi siyah incisini eğitti. O, giymesi için siyah inci öğretti, biraz, bir eyer ve bütün şeyler, birisinin, onu sürüyor olduğu zaman giymesi için bir atın ihtiyacıdır. Siyah inci , bu şeylerin, Bay Gordon'un, yaptığı gibi giymek için iyi olmadığını düşünür. Ama o, sevecen bir ustadır , İngiltere de her zaman atlara sevecen olmayanı bilmez, ve birçok at, her zaman hatta sevecen olmayan sert bir usta tarafından eğitilirdi . Ama siyah inci, güzel, hoş ve yakışıklı bir at oldu.

Siyah inci, onun ikinci evine alındı.

Onun ikinci ustası, da çok güzeldi, John ve kalabalıklar, da sevecendi.

Ahırda, biraz şişman gri midilliye durdu, Merrylegs uzun kahverengi bir kısrağı çağırdı. Zencefilin, çok mutsuz bir gençliği vardı ve bazen insanları ısırırdı. Merrylegs, çocukları seven güzel bir midilliydi ve çocuklar, onu severdidi. Herkes, siyah incinin hoş , güzel olduğunu düşünür, ve yakışıklı bir at olduğunu söylerlerdi.
Bir gün
, siyah incinin ustası, uzak bir şehirde işe gitmek zorundaydı. John, küçük vagona onu koştu ve onlar, sürdüler. Hava çok kötüydü.

Rüzgâr fırtına gibi esiyordu ve çok yağmur yağıyordu ve rüzgar daha da kuvvetlendi. Şehirde onun ustasının işi, çok uzun zaman aldı.

Onların, eve gittiği zaman ikindiyi geçti. Onlar, suyun altında olan bir köprüye geçtiler. Siyah İnci, garip bir his ile durdurdu. John, onu ileriye hareket ettirmeyi denedi, ama o, hareket etmedi. Sonra bir adam, küçük bir evden dışarı geldi ve bağırdı : "Köprü, kırılır! Eğer sen, üzerinde geçersen, sen, nehirde düşeceksin!" John ve onun ustası, sarsıldı, ve dönmüş oldu, ve eve başka bir yoldan gidildi. Onlar, Siyah İnci’nin, onları boğulmaktan kurtardığını söyledi.

Siyah inci, orada 3 mutlu yıl boyunca yaşadı. Fakat diğer taraftan o ve bütün diğer atlar, satıldı, çünkü onların ustaları, İngiltere'den ayrıldı. Onlar, onların ustasının bir arkadaşına gitti, Lord Grisi. Onların yeni evi, hoştu, ve yeni sürücü de iyi idi.Ama onlar, bir dizgini giymek zorundaydı, çok sıkı çünkü Hanım Grisi, modayı izlerdi, ve bir dizgin olmadan onu beğenmezdi. Her gün Bay York, biraz onları aldı ve alışmaları için gezdirdi. Ama yeteri kadar iyi değildi ve Hanım Grisi, onların, en yüksek üzerinde koyulmalı olduğunu dedi. York, siyah İnci’nin başını koyar, ama kahverengi kısrağı, bağlamaya geldiği zaman, o, çok hırçınlaşır ve dizginleri kopardı ama bu arada kopan tahta parçası Siyah İnci’nin ayağına gelir.
O gezinin sonuydu.

Birkaç ay Lord Grisi ve bazı aile bireyleri, bir parti için Londra'ya gitti. Onun 2 kızı, evde kaldı. Hanım Harriet asla, atlarla çıkmadı, ama Hanım Mum, on her zaman, kuzeni Blantyre'yle Siyah İnci’yi gezdirirlerdi. Ama o kolay olmayan bir atı deneyeceği gün, Blantyre, ona izin vermeyecekti yolunu aldı. Onlar, Anne'nin atının, pepelediği zaman ve hala Anne'yle onun arkasında uzakta dörtnala gittiği zaman neredeyse yarı yoldu. Blantyre ve Siyah İnci, onlardan sonra yarıştı. Onlar, bir alanın karşısında dörtnala gidiyor olan Anne ve onun atını gördü, bir kapıya düz yer! Blantyre, daha hızlı olmayı denedi, ama geç ve görülen Anne düşünseydi, onun atının, kapının sonuna varmayı denediği gibi. O, onun ismini haykırdı ve onun yanında aşağı atladı. O, hareket etmiyordu. Blantyre, otu kesen ve soran iki adamı çağırdı, eğer onlar, bir atı sürebilseydi. Bir adam, onun, yapabileceğini söyledi ve onun, bir doktora öyle hızla öyle mümkün sürecek olduğu.

Birkaç gün sonra, Anne, sürebildi ve Siyah İnci’yi tek başına.

Ama haftalar sonra, Siyah İnci ve zencefil, Earlshall'ı bırakmak zorundaydı. Onlar, farklı evlere gitti ve Siyah İnci, kötü bir ustayla karşılaştı. O, atların hakkında çok az bilgi biliyordu ve onlar, arkadaş olmadılar. Birkaç günden sonra, Siyah İnci’ye, bakmaya başladı ve kötü bir hali vardı, çünkü o, yeteri kadar olamadı doğru yiyeceklerle beslenmiyordu. Bundan dolayı siyah İnci, sert bir yere, satıldığına çalışamazdı. O bu sefer yeniden şansı yakaladı. O bir taksici olan Jerry tarafından satın alındı.
Artık Siyah İnci, bir Londra taksi atı oldu. Ama Jerry ve onun karısı, onun çocuğu onu sürekli rahatsız ederdi, Jerry Siyah İnci’ye karşı çok sevecendi. Jerry, sert çalışması için ona izin verir, ama ilk olarak Siyah İnci’ye malzeme aldı , bundan dolayı onun, iyi bir zamanı vardı. Bir kaç hafta sonra kadar, kaptan olan Jerry'den Siyah İnci ve diğer at, iş için bir binada olan Jerry'i bekliyordu. Bir taksiyle başka bir at da, aç, sıska ve üzgün bakarken onun yakınında standa geldi. Siyah İnci, onu tanıdı, inanılmazdı, ama gerçekten… Zencefildi! Siyah İnci: "Sen, kötü görünüyorsun, sana ne oldu"? O, cevapladı : "Ben, korkunç bir adam tarafından satın alındım, o, bana çok kötü davranıyor.. "Ben ölü olmayı dilerim ‘’. Bir adam, bir evden çıktı zencefil dışarı geldi, taksiye atladı ve uzaklara doğru sürdü. Siyah İnci, sarsıldı ve onun, bir insan olabileceğini ve yoksul zencefil için bir şeyi yapmasını diledi! Bir saat sonra o, bir takside ölü bir atı gördü, onu Zencefile benzetti.

Gelecek sabah Jerry ve siyah İnci, istasyona gitti. Bir taksiye ihtiyaç duyan birçok insan vardı. Her zaman orada olması iyiydi. Ve bundan dolayı bugün, iki adam, Jerry'in taksisini çağırdı ve dedi : "Batı sona, memnun et"! Batı sonda onlar, beklemesi için Jerry'e sordu. Jerry, kabul etti.

Soğuktu ve kar yağmaktaydı. Jerry, yukarı aşağı benim giysilerimi birazcık daha yüksek ve görünen yere çekti, ılık tutmayı denedi. Ama 23.30'da onlar hala, çıkmamışlardı. Jerry, kapı-zilini çaldı ve sordu, hala taksi istiyor musunuz? Onlar, dedi : "Evet, memnun oluruz , sen, isteniyorsun". 1.00'de onlar (Gece yarısından sonra) sonunda, geldi. Onlar, Londra'nın dışında 3 km sürmesi için Jerry'e söyledi. Onlar, fazladan ödeyecekti.

Jerry'in ve Siyah İnci’yi, evi aldığı zaman, Jerry öksürmeye başladı ve konuşamazdı, ama o, ilk olarak Siyah İnci’yi tımar etti. O gelecek sabah, tehlikeli bir şekilde hastalandı. Kaptanlığı ve Siyah İnci’yi bırakmak zorundaydı.

O, yaşlı bir büyükbaba ve onun erkek torunu Willie tarafından satın alındı. Kış esnasında, o, yeniden tamamen genç hissediyordu. Sonra büyükbaba, onu bir yere aldı , cadı, bir hafta boyunca onu deneyecekti. Bir haftadan sonra, ona satın alması için Dimci dedin den olanlar geldi. Bundan dolayı siyah İnci, yeniden hareket etti. Ama o, onun yeni ustasını gördüğü zaman, o Joe’di .O, şimdi orada olduğu için çok mutlu , ve Joe, onun asla, ona satmayacağına söz verdi.

22 Şubat 2012 Çarşamba

Fetih 1453

Müthiş bir film 3,30 saat

Canım Öğretmenim

Canım ÖğretmenimBir çok şeyler öğrettin,
Yaramazlıklarıma sabrettin,
Hatalarımı düzelttin,
Benim Canım Öğretmenim

Ölümsüz Aile (Alıntı)

Kasabanın girişinde Foster’lere ait, üzerinde sanki dersin “Bana girmeyin” diye levha bulunan, kare şeklinde bîr ev ve bir koru vardır. Bu koruya da şimdiye kadar hiç kimse gitmemiştir. Evin tek çocuğu VVinnie de oraya hiç gitmemiştir. Zaten, buraya birileri girmiş olsa idi, ortadaki dişbudak ağacının kökleri arasın­dan çıkan küçük pınarı, çakıl taşlarıyla gizlenmiş olmasına rağ­men bulacaklardı. İşte o zaman öyle büyük bir felâket olurdu ki; bu ihtiyar ve yorgun dünya, ateşten çekirdeğine kadar zangır zangır titrerdi.
Ağustosun ilk günlerinden birinde, bayan Mae Tuc erken uyandı ve yanında uyuyan kocasına bakarak “Çocuklar yarın eve gelecekler” dedi. Agnus aniden uyandı ve “Benİ niye uyandırdın, hepimizin cennete gittiği o rüyayı görüyordum” deyince, kadın “Sü­rekli o rüyayı görmenin ya yararı var ki? Nasılsa hiçbir şey değişmeye­cek” diyerek cevap verdi. Sonra yerinden kalktı ve gelecek oğulla­rını karşılamak için, kasabaya gitmek üzere hazırlık yapmaya başladı. Bu arada, kendisi, kocası ve oğullan Mıles ve Jesse’nin seksen yedi senedir hayallerini aynı gösteren aynaya bakmayı da ihmal etmedi.
Winnie, demir parmaklıkların arkasındaki sert otların üzeri­ne oturmuş, bir yandan, ilerdeki kurbağaya bir yandan çakıl taşla­rı atıyor, bir yandan da, kendisinden başka bir kardeşi olmadığı için, evde sürekli kendisi ile ilgilenildiğinden şikayette bulunu­yordu. “Artık sıkıldım, kendim olmalıyım, dünyayı değiştirecek ilgi çekici bir şeyler yapmalıyım. Bunun için de evden kaçmahyım. Hele bir sabah olsun bakalım.” Aynı günün akşamı, ince, zayıf, üzerinde san limon rengi el­bise bulunan bir adam, kapılarının önüne kadar gelerek VVinnie ile konuşmaya başladı. Bu arada, büyük annesi evden gelip bu konuşma ve görüşmeye engel oldu. Aynı anda, korudan bir me­lodi sesi yükselmeye başladı. Yaşlı kadın, çocuğun elinden tutup içeri götürürken, diğer yandan da “Allah’ım, bunca sene sonra geri döndüler!” diye, söylendi. Gözleri fal taşı gibi açılmıştı.VVinnie, sabah erkenden uyandı. Dışarı çıkıp, koruya gitme­ye kararlıydı. Nitekim çıktı da. Koruda yürürken, “Niye daha önce buraya gelmedim, harika bir yermiş” diye kendi kendine konuştu. Her tarafta minik yaratıklar vardı. Kuşlar, böcekler, sincaplar, karıncalar… Birden, ilerde ışığın daha parlak olduğu ve dalların azaldığı tarafta bir şeylerin kımıldadığını gördü. “Ya bunlar orman perüerİyse” diyerek korkuyla çömeldi. Sonra, merakla biraz İlerle­yince, ağacın gövdesine yaslanmış, kahverengi kıvırcık saçlı, fakir giysili, ayağında ayakkabısı olmayan kendisinden büyük bir deli­kanlı gördü. Bu arada, çocuk yere eğildi ve kaldırdığı taşın altın­dan akan suya ağzını dayayarak içti. Kafasını kaldırınca da VVinnie ile göz göze geldi. Çocuğun ismi Jesse Tuck idi ve hem on yedi hem yüz dört yaşında olduğunu söylüyordu. Bu arada, bir ses duyuldu. Gelenler vardı. Bunlar bayan Mae Tuck ve Jesse’nin ağabeyi Miles’di. Kadın, kızı suyun başında görünce beyazlaşan yüzü ile “Evet çocuklar, sonunda olabilecek en kötü şey de başımıza geldi” dedi.
Sonra, Winnie’yi de alıp oradan, atları ile hızla uzaklaştılar. VVinnie korkmuş, bir an önce evine gitmek istiyordu. Bir yerde durdular. Çocuğa “Korkma yavrum, sana her şeyi anlatacağız” dese­ler de, çocuk korkuyordu. Kadın cebinden müzik kutusunu çıkar­dı ve kurunca VVİnnie’nin koruda duyduğu müzik sesinin aynısı çalmaya başladı. “Orman perilerinin müziği” dedi, VVinnie. Kadın da, “Hayır tatlım, sadece benim müzik kutumu. Başkalarının duyabile­ceğini hiç düşünmemiştim” diye cevap verdi. Müzik kutusu küçük kızı rahatlatmıştı. Kadın kıza dönerek: “Beni dinle, inan bana biz dostuz. Fakat bize yardımcı olmalısın. Gel şöyle otur da sana sebebini anlatayım” dedi.
Kız, hiç bu kadar tuhaf bir hikâye duymamıştı. Seksen yedi yıl önce Tucklar oturacak bir yer bulmak için doğudan gelmişlerdi. Gördükleri ormana girmiş, o ağacın dibindeki pınara rastlamış ve suyundan içmişlerdi. Sonra tekrar yollarına devam etmişler, ormanın bittiği sakin bir vadide çiftliklerini kurmuşlardı. Bu ara­da, bazı olaylar yaşamışlardı. Örneğin Jesse tepe üstü ağaçtan düşmüş; avcılar geyik zannederek, atlarını vurmuş; babalarını yılan sokmuş; Mae elini kesmiş, ancak hiç birine en ufak bir şey olmamıştı. Ayrıca, aradan onlarca yıl geçtiği halde, hiçbiri ihtiyarlamıyordu. Miles üzüntüyle: ” Evlenmiştim, iki çocuğum vardı. Fakat, halen yirmi İki yaşında görünüyordum. Sonunda karım ruhumu şeytana sattığıma karar verdi ve çocuklarımı da alarak beni terk etti” dedi. “Dostlarımız da aynısını yaptılar, bizden uzaklaşmaya başladılar. Cadı olduğumuzu, büyü ile uğraştığımızı yaydılar. Mecburen, çiftliği­mizi terk ettik. Çingeneler gibi yaşıyorduk. Buraya da geldik. Korunun İçine girdiğimizde, ağacı ve pınarı görünce daha önce geldiğimizi hatır­ladık, bu pınarın yerini başkalarının öğrenmesinin çok kötü olacağını anladık, anlıyor musun kızım? O pınarın suyu hiç değişmemene sebep oluyor. Eğer bugün o sudan İçseydin, sonsuza kadar küçük kız olarak kalacak, hiç büyümeyecektin” dedi.
Winnie, çok masal dinlemiş, ancak böylesini duymamıştı. Kadın, Wİnnie’ye: “Annen baban merak eder. Seni evine götüreceğiz. Ancak sen de bu sırrımızı hiç kimseye söylemeyeceksin, anlaştık mı?” diye sordu. Kız, “anlaştık” diye cevapladı. VVinnie, artık bu insan­lardan korkmuyor, onları dostu sayıyordu. Her şey çok güzeldi. Ancak, o sarı elbiseli adamın bütün konuşmaları duyduğunun farkına varmamışlardı…. VVİnnie’ye de yanlarına alıp, kendi çift­liklerine getirdiler ve VVinnie, böylece ailenin diğer fertlerini de tanımış oldu.
Winnie’ye evlerini gezdirdiler. VVinnie, bir bu evdeki, toza, düzensizliğe, dağınıklığa bakıyor; bir de kendi evlerindeki, hasta­lık derecesindeki temizlik düşkünlüğünü, düzenliliği düşünüyor­du. Ancak, burada özgürlük olduğu kesindi. Öyle ya, burada “Şurayı dağıtma, buraya girme” diye kimse karışmıyordu. Yemek yerken de, peçete vb. yoktu. Herkes konuşmadan sadece yemeği­ni yiyordu. Winnie’yi aramaya çıkacakları kesindi. Bu nedenle bir an ön­ce, evine götürülmesi gerekiyordu. Ama, hiç kimseye bir şey söy­lemeyeceğini garantiye almak gerekiyordu. Bu nedenle baba Agnus, büyük sırrı açıklamak için, VVinnie’yi kayıkla gölün orta­sına getirdi ve anlatmaya başladı: “Her şey dönen bir çarkın parçası­dır. Ölmek ve doğmak da. Bir parçayı alıp geri kalanım görmezden gele­mezsin. Bütünün bir parçası olmak Tann’nın bir lütfudur. Fakat biz Tuck’lar bundan faydalanamıyoruz. Hayatta kalmak zorlu bir iş, fakat bizim gibi olursan aynı zamanda yararsız da. Hiçbir manası yoktur. Şayet yeniden çarkın bir parçası olmanın yolunu bulsayâım, bir dakika bile beklemezdim. Eğer Ölüm yoksa hayatın ne anlamı var ki? O zaman yaşam olarak adlandıramazsın bile. Biz sadece varız, buradayız, yol kenarındaki taşlar gibi….
Eğer insanlar, pınarın varlığım bilselerdi, sinek gibi koşa koşa gelip başına üşüşür, biraz içebilmek için birbirlerini çiğnerlerdi…Ve her şey değişecek, sadece insanlar değişmeyeceklerdi. Anlıyor musun yav­rum?” Winnie, donmuş bir şekilde dinliyordu. Bu esnada, kıyıdan, atın çalındığı haberini verdiler ve dönmelerini istediler.
San elbiseli adam, Tuck’ların yaşlı atını VVinnie’Ierin evinin kapısının önündeki direğe bağladı ve içeri girdi. “Size güzel haber­ler getirdim, kızınızın nerede olduğunu biliyorum” dedi. Ancak, çocu­ğun yerini söylemek İçin, ailesinden, sahibi bulundukları koruyu kendisine ücretsiz olarak vermelerini istiyordu. Çocukları için razı oldular. Sonra hep birlikte şerifin ofisine gittiler.
Sonra, şerifle sarı elbiseli adam, birlikte, VVinnie’nin “kaçırıl­dığı” Duck’ların çiftliğine doğru gece yarısı atlarıyla yol almaya başladılar.
VVinnie sabah erkenden uyandı. Sonra ailenin diğer fertleri de uyandılar. Sabah kahvaltıya otururken VVinnie, Duck ailesi için, “iyi insanlar” diye düşünüyordu. Kahvaltı yaparken kapıçaldı ve açtılar. Sarı elbiseli adam karşılanndaydı. Şerifin atı ya­vaş gittiği için, o Şerifi ikna ederek, önden gelmişti. İçeri girdi ve “Fazla vaktimiz yok. Bu nedenle çabuk konuşaca­ğım” deyip anlatmaya başladı: “Çocukluğumda hep masallarla ve efsanelerle büyüdüm. Ancak, bunların doğru olduğuna inanmıyordum. Sevgili büyükannemin arkadaşı ile ilgili anlattığı bir hikâye de bunların arasındaydı. Hiç yaşlanmayan insanları anlatıyordu. Bir gün bana hiç yaşlanmayan ailenin fertlerinden birisinin bir müzik kutusu olduğunu da söyledi. O müzik kutusundaki melodiyi ezberledim ve yıllarca unut­madım. O kutudaki sesi iki gün önce duyduğum vakit kendi kendime işte o ses dedim.” Sonra da cebinden, o korunun ve pınarın artık kendisine ait olduğunu gösteren imzalı anlaşmayı gösterdi. Bundan sonra, suyu sayılı sayıdaki kişilere satacağını, isterlerse kendilerinin de onunla çalışabileceklerini söyledi. Aile hep bir ağızdan, “Hayır! Bu sırrı hiç kimse oğrenmemeli” diye haykırdı. Sarı elbiseli “sız bilirsi­niz” diyerek, konuşulanları dinledikçe kendisinden nefret eden VVinnie’yi kolundan tuttuğu gibi dışarı çıktı. Ancak, Mae tüfekle karşılarına çıkıp engel olmak istedi. Neticede, sarı elbiseli kadın tarafından ensesine vurulan tüfekle ağır bir şekilde yaralanarak yere düştü. Şerif, bulunduğu yerden tüm bu olanları görmüştü. Winnie, şerife ailenin kendisini kaçırmadığını, kendi isteği ile geldiğini söyledi ve ekledi: “Onlar benim dostlanmdır.” Ancak, şerif de görevini yapmak zorundaydı. Bu nedenle, yaralıyı eve taşıyıp ilgilenmelerini söyledikten sonra, yanına VVinnie ve Mae’yi alarak yola çıktı.
Evlerine geldiklerinde, hepsi sevinçle VVinnie’yi kucakladı­lar. VVinnie onlara da kaçırılmadığını, kendi isteği ile gittiğini söylemekle kalmayıp, çok güzel günler geçirdiğini de ekledi. Ai­leye göre çocukları kurtulmuştu ya, gerisi pek önemli değildi. Winnie ise bütün gün ve gece yatana kadar hep “Ölümsüz aile”yi düşündü. Bu sırrın açığa çıkmamasının doğru olacağına karar verdi. Bu arada ne yapıp edip, Mae’nin de asılmasını da önlemek gerekiyordu.
Ertesi gün sabah, Şerif geldi ve adamın Öldüğü haberini ver­di. Artık, kadının asılacağı kesindi.
Winnie de o sabah kalkmış, kendisini yalnız bırakmayan bü­yük annesi ile birlikte kurbağaları ile konuşmak için koruya doğ­ru yürüyüşe çıkmıştı. Bu arada, “Ölümsüz Aile”den on yedi(seksen iki) yaşındaki Jesse’yi gördü. Jesse ona, bu gece annele­rini tutuklu olduğu yerden kaçıracaklarını, bu nedenle bir daha görüşmelerinin mümkün olmayacağını söylemiş ve onyedi yaşına geldiğinde içmesi için, ona bir şişe de pınarın suyundan getirmiş­ti. Çünkü niyeti, Wİnnie ile evlenmekti. Ona göre, kız kendi yaşı­na (onyedi) geldiği vakit sudan içecek ve hep aynı durumda kala­cak, sonra mutlaka bir araya gelecek ve evleneceklerdi. Winnie kaçırma işinde onlara yardım edebileceğini söyledi. Wİnnie o günü sabırsızlık içinde geçirdi. Yatağa girince de hep aileyi ve Jesse’mn kendisine söylediklerini düşündü. Gece yarısına beş dakika kala, yatağından kalktı, giyindi ve kimseye fark ettirmeden sessizce evden çıktı. Hızla, şerifin bürosunun olduğu yere doğru yürümeye baş­ladı. Yaklaştığında Agnus, Miles ve Jesse’nin orada olduklarını gördü. Hepsi, Winnie’yi hasretle kucakladıktan sonra, hep birlikte ofisin arkasına gidip, Mae’yi kaçırma çalışmalarına giriştiler. Arka pencerenin tahta çivilerini ustalıkla söküp, demir parmaklığı ye­rinden çıkardılar. Sonra, Mae’yi pencereden aşağı çektiler. Hepsi, gözyaşları içinde, VVinnie’ye sarılıp vedalaştılar. Sonra, VVinnie’yi yukarı çıkarıp, Mae’nin yerine gözaltı yerine girmesine yardımcı oldular. Çıkardıkları çerçeveyi tekrar yerine taktıktan sonra uzak­laşıp, gözden kayboldular. Şimdi Mae’nin yerinde, VVinnie vardı.
Sabah şerif nezarethanenin kapısını açtığında, öfkeden kıp­kırmızı oldu. VVinnie’ye “Suçlu birine yardım ettiğin için, artık sen de suçlusun” dedi. Ne var ki, yaşı ceza alamayacağı kadar küçük olduğu için, ailesinin gözetiminde salıverdiler. VVinnie, başını annesinin göğsüne yaslayarak, “Onlar benim dostumdu. Bu yüzden yardım ettim” dedi
Mae ve Agnus, “Treegap’a hoş geldiniz” levhasının altında şaşkın şaşkın etrafı inceliyorlardı. Her taraf dükkân ve mağaza ile dolmuştu. Koru diye de bir şey kalmamıştı. Çıkan bir yangın neticesinde bütün ağaçların yandığını, sonra dozerlerin, yanan araziyi dümdüz ettiklerini, pınarın da yok olduğunu öğrendiler. Sonra yavaş yavaş mezarlığa doğru yürüdüler. Bir aile mezarlığı­nın önüne gelince durdular. Baktıkları mezar taşında “İyi Eş – İyi Anne – Wnifred Poster jackson, 1870-1948″ yazdığını görünce, VVinie’nin suyu içmemiş olduğunu anladılar. Yaşlı gözleriyle, “Ulu Tanrım” dedi Agnus, “İki sene önce gitmiş.” Sonra da gözlerini silerek, “Akıllı Kız” dedi.
Sonra yeniden yola koyuldular. Treegap geride kalmıştı. Duyulan sadece, müzik kutusunun melodisi idi.